Bugün sizlerle “ardımızdan gelen eski dünya” üzerine
konuşmak istiyorum. Başlığın bu şekilde belirlenmiş olması, benim hazırladığım
sunum için harika oldu gerçekten de… Ardımızdan gelen, o dünyanın eskiliği ne
anlama geliyor? Bu dünyanın “eski” olması ne demektir?
Şüphesiz ki çok yaşlı gibi duran bir dünyadır bu. En
azından binlerce yılı birçok toplumsal/sınıfsal çatışmalar tarafından kat
edilmiş, arkasında galipler, mağluplar ve ikisi arasında kanlı savaş alanları bırakmış
bir dünya. Ama bir yandan da sürekli üzerine konuştuğumuz bu dünya, daha bu
konuşma anında, konuşma eyleminin kendisiyle üzerinde değişiklikler yapmaya
başladığımız dünyadır da… Eskidir, çünkü onu analiz edip, eyleme geçtiğimizde,
onun belirlediğimiz o yüzeyinde bir öznellik oluşturduğumuzda, onu “ardımızda”
bırakmışızdır. Ardımızdan gelir, çünkü Nietzsche’nin izlek gereği iktidar tepkiseldir,
yani ancak bir şekilde onun etki-alanında eylemde bulunanların eylemlerine göre
kendini şekillendirebilir. İktidarın eylemi, eylemcilerin eylemleri üzerinde
bir eylemdir.
Bugün sizlerle kısıtlı sürenin imkan verdiği
kadarıyla, iki Fransız filozofun, Michel Foucault ve Gilles Deleuze’un, ama
özellikle Foucault’un kuramlarına dayanarak, iktidar, biyo-iktidar,
biyo-politika gibi kavramlar üzerinden disiplin toplumları ve denetim
toplumları denen tarihsel toplum modellerini paylaşmak ve bunların politik
anlamları üzerine konuşmak istiyorum. Hem yirmi dakikaya sığsın, hem de
akademik laf kalabalığına yenilmesin diye, iki filozofa sunumum boyunca sürekli
gönderme yapmak yerine, olan-biteni sanki kendi kuramımmış gibi anlatacağım. Dolayısıyla,
kusurlar bana ve benim anlatımıma içkindir.
İktidar Nedir?
Nedir iktidar? Bir hükümet mi? Devlet mi? Ordu mu
mesela? Baba, öğretmen, rektör? Aslında evet. Bunlar iktidardır. Ama benim
bugünkü sunumum açısından, böyle anlaşılan iktidarın ve iktidarın böyle
anlaşılmasına sebep olan kuramsal modelin –ki kendisi belli bir tarihsel kalıntı
olarak Tanrısal veya teolojik diyebileceğimiz bir modeldir-, yani aşkınsal
iktidar modelinin hiçbir işlevi yoktur. Benim bugün sunacağım iki toplumsal
düzenlemeyi anlamak açısından ilk hamlemiz, iktidarın bir ilişki, yani
uygulayıcısı ile üzerinde uygulanan arasında bir etki olarak cereyan eden ve
onları kuran, bir kendiliği ve özgüllüğü –sözgelimi devlet, hükümet, ordu gibi
kurumsal bir kendilik- olmayan, fakat tamda uygulanması anında orada olan bir
ilişki olarak kabulü şarttır. Yani, iktidar (ilişkisi), sözgelimi doktor
değildir, fakat hasta doktor ile karşı karşıya geldiğinde, bir jest, bir mimik,
bir suskunluk, bir uzmanlık bilgisinin getirdiği hasta organa farklı bir bakış
sayesinde uygulanır ve tam da bu uygulamanın kendisidir. Ki bu iktidar ilişkileri,
disiplinleri –tıp, psikoloji, psikiyatri, iktisat vs.- kat eden söylemsel
prosedürler, hareket tarzları ve pratikleri ile bilme tertibatları tarafından
kurulurlar. Burada bilen özne ile bilinen nesne tek başlarına iktidar konumları
değildir. Biri sabit olarak iktidar, diğeri ise mutlak olarak
sömürgeleştirilmiş değildir. Tam da değişken konumların oyunu içerisinde,
iktidar ilişkisi ikisi arasındadır. Demek ki ilk baştaki sorumuz anlamsızdır ve
işlevsizdir. İktidarın ne olduğu değil, nasıl uygulandığı bizim sorunumuzdur.
Disiplin
Toplumları ve Disiplinci İktidar İlişkileri
Toplumlar, kendilerini yeniden üretmek için türlü
metotlar ve yollar bulmuşlardır. Sözgelimi Antik Yunan ve Roma toplumu,
kendini, bizim Yurttaşlar olarak bildiğimiz, demosun, yani mülkiyet sahibi yönetici sınıfın beslenme, cinsellik,
eğitim pratiklerini düzenleyerek yeniden üretiyordu. Bu pratikler “Epemeleia
Heaufu” yani “kendine bakmak”, “kendiyle ilgilenmek” olarak tanımlanıyordu.
“Epemeleia Heaufu” demosu oluşturan
yurttaşların bedenleri ile kurdukları etik/estetik ilişkiler bütünüydü. Fakat
bu konuda yazanlar –ki bunlar filozoflardır-, pratikleri tek tek tanımlamak ve
zorlamalarda bulunmak yerine, daha ziyade, genel bilgiler oluşturuyor ve
kişisel dengeyi bulmak, yurttaşların kendilerine bırakılıyordu. Yani “Epemeleia
Heaufu” yönetici ve asker yetiştirmek üzere toplumun küçük bir kesimine seslenen
bir pratikler, bilgiler toplamıydı. “Epemeleia Heaufu” teknikleri sanki ilk
yüzeysel bakışta, Ortaçağ’da yitip gitmiş gibi görünse de, aslında, Hristiyan
öznelliğinin inşasında kullanılmak üzere, Hristiyanlığın bedensel işlevlerin
reddi ile ibadet arasındaki çilekeşlik pratiklerine entegre edilmiştir.
Disiplin toplumu, işte tam da Antik Yunan’dan 17. yy’a
gelen bu pratiklerden kopuşla başlar. İlk önce genel olarak “Epemeleia Heaufu”
söylemine eklenen “Gnothis Ethon” yani “kendini bil” sloganı giderek 17. yy
Aydınlanması içerisinde özerkliğini kazanır. Ve tabii bu süreç içinde Kartezyen
moment yani Descartes’ın cogitosunun modern felsefi hakimiyeti gerçekleşir.
Cogito’nun yani bilen öznenin önemi, onun düşünen töz ve düşünülen töz olmak
üzere iki ayrık fakat ilişkisiz olmayan tözden/yapıdan oluşması ve içinde
yaşadığımız maddi dünyayı, kendi bedenimiz dâhil, bilgi nesnesi olarak
kurmasıdır. Bunun politik anlamı şudur: Beden
bilenebilir, ona müdahale edilebilir, bedenle olan ilişkisinden dolayı zihin de
bilinebilir ve müdahale edilebilir. Bu kadar öykü yeter. Şimdi disiplin toplumu
denen şeyin, nasıl işlediğine biraz daha yakından bakalım.
Sanayinin üretimin temel taşı olmadığı bir toplumsal
durumda fakat ticaretin büyük şehirler haline getirdiği şehirlerde nüfusun
ikame olduğu ve sabitlendiği bir momentte ortaya çıkar disiplin toplumu. 18.
yy’dan itibaren, bedenleri zorlayıcı, onları sabitleyici pratikler ortaya
çıkmaya başlar. Ayrıca Kartezyenizm’e bağlı olarak bir anda insan bilimleri
denen disiplinler ortaya çıkmaya başlar. Bir bedeni disipline etmek demek, onu
kabaca yasaya veya hukuka uydurmak demek değildir. Tam da bu insan bilimlerinin
oluşturduğu “norm”lara uydurmaktır. Normlar, doğallaştırılmış insan davranışı prototipleridir.
Bedenler normları oluşturmak için bilgi nesnesi haline getirilmiş, akıl
tarafından uyruklaştırılmış ve sonra normlara uymaya zorlanmışlardır. Bu
zorlamalar, özellikle hastane, okul, kışla, tımarhane, hapishane ve aile gibi
kurumlarda cisimleşirler. Sözgelimi çocuk mastürbasyonu üzerine 19. yy’da kopan
“bilimsel” bir fırtına sırasında, aileler çocuklarının yatak odalarının
gözetmeni haline gelmiş, çocukların mastürbasyon yapmaması için özellikle
yatılı okul gibi kurumlarda çok yoğun gözetleme ve cezalandırma teknikleri
uygulamaya konmuştur.
Disiplin toplumları çok yoğun kapatıp-kuşatma mekânları
oluştururlar. Ve aslında disiplin toplumunun temel ütopyası panoptikon denilen
bir tür hapishane modelidir. Bu modelde yuvarlak bir şekilde tasarlanan bir
hapishane ve hücrelerin hepsinin ortadaki yuvarlak kuleden görülebildiği bir
mimari düzenleme vardır. Jeremy Bentham’a ait olan bu modelde, amaç, gözetleme
kulesindeki gardiyanın görünmeden, tüm hücrelerdeki mahkûmları görebilmesidir.
Bu “görünmeden görme” pratiği iktidar tarafından o kadar benimsenir ki, model
sadece hapishanede kalmaz ve okullara, fabrikalara vs. yayılır. Ki biz
günümüzde hala her bir öznenin mutlak olarak görülebildiği şekilde okullar ve
fabrikalar inşa etmeye çalışıyoruz. Ve tabii daha önemlisi, güvenlik ve mobese
kameraları hattı tarafından çoğu zaman farkında olmadan gözetleniyoruz. Fakat
burada mühim olan şey, gerçekten de gözetleniyor olmak değildir. Zaten başta da
belirttiğim gibi bu bir ütopyadır. Ütopyadır çünkü sanki iktidar denilen şey,
uygulanan alana –ki burada elbette bedenlerden bahsediyorum- dışsalmış gibi
görünmektedir. Oysaki mesele panoptikonun veya kameranın gözetliyor oluşu
değil, iktidar ilişkisinin özneler tarafından içselleştirilerek kendilerine
sürekli çeki-düzen vermeleri ve hizaya girmeyi tercih etmelerinin
sağlanmasıdır. Yani gözetleniyor olduğun hissi, seni belli davranış
olasılıkları arasından, norma en uygun şekilde olanı seçmeye zorlar. İşte bir
iktidar ilişkisi tam da budur, öznenin mümkün eylemleri üzerinde etkide
bulunarak, onu belli bir tür eylemi seçmeye zorlamak. Yani aslında şimdi
anlıyoruz ki, iktidarın olduğu yerde özgürlük vardır, yani olmak zorundadır.
Öznenin mümkün eylemler arasında seçme özgürlüğü olmaz ise, iktidarın hiçbir
anlamı olmaz, o bir tür itaat ilişkisidir ama asla bir iktidar ilişkisi değil. Bu
ilk bakışta son derece ters ve çelişkili görünebilir ama biraz dikkatli
düşünürsek aslında başka türlü de olamayacağını farkederiz.
İktidardan başta biraz bahsetmiştik. Şimdi disiplin
toplumu modelinde, iktidar ilişkileri tüm bir toplumu, en son bireye kadar
sarıp sarmalayan bir ağa dönüşmüştür. Bu tam da 18. ve 19. yy’da hızla üretimin
temel mercii haline gelen fabrikanın, yani sanayinin etkisiyle ilgilidir. Zira
sanayi demek, büyük işgücü kitleleri demektir. Tam da bununla ilgili olarak,
iktidar ilişkileri kendine yeni bir nesne oluştururlar: nüfus. Yani, yaşayan,
üreyen, üreten, beslenme ve sağlık gibi dertleri olan bir insan kitlesi. İşte
tam da bu yüzden, modern iktidar tam da yaşam üzerinde bir iktidardır, yani
kavramı kullanırsak bir biyo-iktidar. Fabrika sistemi, büyük bir işgücü
kitlesini sürekli olarak sağlıklı ve üreyebilir halde tutmayı gerektirmektedir.
Yardım ve sigorta fonları oluşturulur vs… Yine bize çelişik gelebilecek başka
bir şey daha olur, bu büyük insan kitleleri olarak nüfusun kurulduğu dönemde,
yurttaş ve birey kategorileri de oluşturulur. Zira, bir fabrikada da
olabileceği gibi temel mesele, farksız insan tekilleri yaratmaktır. Bir
fabrikada herhangi bir işçi hastalanır, ölür ya da sadece ortadan kaybolursa
hızla yerine hem de hiç farkedilmeden başka bir işçi konulabilir. Birey de
aynen böyle bir şeydir. Farksız küçük atomlar olarak nüfusu oluşturan parçalar.
Yine hapishanenin hücre modeline dönersek, o da insanları farksız bir şekilde
bireyleştirmeye yarar. Aynı şekilde konumlandırılmış aynı yataklar, aynı
tarafta pencereler vs… Yurtlarda kalanlar veya askerliğini yapmış olanlarda
benzer düzenlemelerle karşılaşmışlardır. Şimdi yavaş yavaş denetim toplumlarına
geçelim.
Denetim
Toplumları
Foucault, disiplin toplumlarının geçiciliğini
tanımıştı. Fakat kendisi doğrudan bu
konuda yazmadı. Denetim toplumları ismini bulan Burroughs’tur. Ve bugün burada
anlatımama temel olan makale “Denetim Toplumları”’nı çözümleyen bir makale
yazan Deleuze’dür.
Aslında disiplin toplumuna özgü kapatıp-kuşatma
mekânları, yani hapishaneler, okullar, kışlalar, tımarhaneler ve aileler ikinci
dünya savaşından sonra krize girmişlerdi. Özellikle 68 hareketlerini, cinsel
özgürleşme politikalarını düşünebiliriz. İnsanlar giderek, disiplin edici bir
toplumda ve disiplin mekânlarında kapatılmaya ve kuşatılmaya karşı isyan etmeye
başladılar. Normalleşmeye karşı, ucube pratikler, deneysel çabalar vs.
oluşturdular. Sözgelimi, anti-psikiyatri akımı bu tarz politik çabalara
örneklerden biridir.
Denetim toplumları tam da bu kriz sebebiyle oluşan bir
yeniden yapılanma dönemidir, iktidar ilişkileri açısından. Yani, cinsel
özgürleşme pratiklerinin Playboy dergisinde içerilerek aşılmasıdır. Ama belki
de asıl kriz, iktidar ilişkilerinin kayıt yüzeyi olan bedenin, hizaya sokulmak
için fazlasıyla hareketli bir nesne olmaya başlamasından kaynaklanır.
Disiplin toplumları bedenleri toplumsal yarar
bakımından işliyor, gözetliyor ve hizaya sokuyordu. Oysa denetim toplumları,
bedeni yaratıcılığını kışkırtarak olabilecek her hareketinde
uyruklaştırabilmeyi ve metalaştırabilmeyi hedef alır. Sözgelimi performansa
göre ücretlerin arttığı yeni esnek çalışma ve ücretlendirme sistemleri –ki
kabaca aslında neoliberalizm denen şey-, tam da sizin daha fazlasını
yapabilmenizi kışkırtan sistemlerdir. Ayrıca, “kreatiflik”, “takıma uyum” gibi
kriterler de, kesinlikle denetim toplumuna özgü kriterlerdir. Disiplin
toplumlarında, birey, sürekli bir kapatıp-kuşatma mekânından bir diğerine
hareket ediyordu. Aileden, okula “artık ailede değilsin”. Okuldan, askere;
“artık okulda değilsin” vs. Bu tam anlamıyla öbeklenmiş bir düzenlemeydi. Oysa
ki, denetim toplumunun düzenlemesi hepsini iç içe geçirir. İş yeri
ilişkileriniz ailevileşirken, yaşamınız bir açık-öğretim haline gelir –ki şimdi
güzel bir adı var bunun, yaşam boyu öğretim-, aileniz de şirketleşir vs.
Denetim toplumları ile en çok bağdaştırabileceğimiz
makine bilgisayardır şüphesiz. Disiplin toplumlarına özgü makineler enerji ile
çalışan büyük makinelerdi –fabrikayı hatırlayın-, temel riski edilgin entropi
ve etkin sabotajdı. Oysa bilgisayar temelli denetim toplularında edilgin risk
tıkanma, etkin risk ise korsanlık ve virüs salgınıdır. Wikileaks’in yarattığı
sansasyonu hatırlayın. Veya çok başarılı olmasalar da, Türkiye’de
Redhackerların yarattığı zararı.
Denetim toplumu artık, üretime ve mülkiyete dair bir
yoğunlaşma kapitalizmi olmayı bırakmış bir kapitalizmin, hizmet kapitalizmine
özgü bir modeldir. Artık, temel üretimi üçüncü dünyaya terkenden yaşlı
anakaranın modeli. Temel süreçleri enformasyon üretimi ve hizmet satımı olan
bir kapitalizmde, fabrikadaki otomasyonun aksine, bireysel becerinin ve
entelektüel kapasitenin yükseltilmesi gerekir. Bu bir bankalar düzenidir.
Sanatın, galeriler gibi kapatıp-kuşatma mekânlarından çıkıp bankaların kültür
merkezlerine ve piyasaların işlemlerine dahil olduğu bir düzen. Artık insan da,
kapatılıp-kuşatılmış değil, borç içindeki insandır. Ve bu yönüyle borçlandırma
ve finansal işlemler yığını mutlak bir denetim mekanizmasıdır.
Yine denetime özgü bir sistem olarak çipli, manyetikli
kartlar, parmak izli güvenlik sistemleri ve onların bilgisayarla ilişkisi.
Mesele, kartlarınızı kullanıp kullanmamanız değildir veya bariyerin kendisi
–özellikle okullarda şahit olduğumuz bilgisayarlı güvenlik sistemlerini
kastediyorum- tam da her bir kişinin konumunu, uygunluğuna göre düzenleyen ve
bir modülasyonu gerçekleştiren bilgisayardır.
Bugün bizim deneyimlediğimiz iletişim kanalları,
internet ve onun getirdikleri. Artık, hangi konumda ne ile uğraştığım,
internete daha da bağlandıkça kayıt altına alınmakta ve denetime açık hale
gelmektedir. Politik uğraşlarımız da dahil bir çok işimizi İnternet üzerinden
örgütlüyor ve yapıyoruz. Ve işte burası tam da iktidar-özgürlük bağlamına
direniş bağlamını ekleyeceğim yer.
Evet, özellikle günümüzün denetim toplumlarında,
iktidar ilişkileri ağ olma karakterini iyice pekiştirerek gerçek bir ağa,
internete sahiptir. Artık o kadar kılcallaşıp her yere sirayet etmiş
durumdadırlar ki, elektronik haberleşme cihazlarımız, mobeseler vs. sayesinde
hiçbir mümkün dışarısı kalmamıştır. Ama zaten belki de tam da bu iktidarın dışı
tasarımının kendisi, bize iktidar tarafından verilen bir yanlış anlama, bir
maniplasyondur. İktidar ile özgürlüğün birbirine zıt olmadığı bir bağlamda
konuşuyorduk. Ve şimdi daha da ilginç bir nokta var. İktidar ile direniş de
birbirine zıt değildir. Tam da direniş olanaklarını, direniş mecralarını
yaratan şey iktidar ilişkileridir. Mısırlı devrimciler, İnternet üzerinden
örgütlenmemişler miydi? Yeni teknoloji, yeni bir savaş alanı demektir.
Size karamsar bir sunum yaptığımı düşünebilirsiniz.
Fakat her ne olursa olsun, tam da etrafımız toplumsal olaylarla çalkalanırken,
ki bu forumda Suriye dâhil olmak üzere Arap baharı üzerine de konuşuldu,
aslında yeni silahlar edinip, yeni stratejiler geliştirmemiz gerektiğini
düşünüyorum.
“Ardımızdan gelen eski dünya”nın yerine, yeni bir
dünyayı, yeni toplumsallık biçimlerini üretmenin, hem de hemen şimdi ve burada
üretmenin tam zamanı.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder