7 Kasım 2013 Perşembe

Sınır ve Yaşam Üzerine Beş Fragman

[Ayşe Gökkan'ın Nüsaybin'deki eylemini 9 gündür takip ederken o eylemin etkisiyle aklıma kazınanları yazmaya çalıştım. Ölüm orucunu bugün sona erdirdi, fakat sınırlara ve duvarlara karşı eylemler için yeni bir gedik açmış oldu.]

1.
Ulus Baker daha 90’larda ölüm oruçlarının yaşama dair olduğunu, adına tezat bir şekilde yaşamla dopdolu bir politik eylem olduğunu anlatmıştı. Çünkü yaşam, kendinde dirençtir. Ve ölüm orucuna girmiş bir militan/eylemci, bedenini öldürüşünde yaşamın çığlığını haykırır.


2.
Ölüm, iktidardır, devlet aygıtıdır. Bedeni/yaşamı/coğrafyayı sınırlar, iğdiş eder, akışları kontrol edebilmek için mayın döşer, çit gerer, duvar örer, karakol diker, bataryalar kurar. İki komşu yeryurd arasındaki kaçak akışları kesmek, onları kendi gümrükleri ile damgalamak, kendi vergileri ile vergilendirmek, yani bu akışları kodlamak için gelir kendi aygıtını sınırı çizme ediminde kurar. Topluluklar arası iletişimi kurallar(l)a boğar, kodlar ve üst-kodlar.

3.
Eylemcinin bedeni, iktidarın coğrafyaya uyguladığı tüm tekniklerin topografik izdüşümleri ile malüldür. Tıpkı yeryüzü gibi, yaşayan beden de, sınırla çizilmiş, kodlanmış, iğdiş edilmiştir. Acı içinde bir bedendir, zira saldırı bedendeki “yaşamsal olan”adır. İktidar artık her daim yaşamı hedef alır, o yaşamın asalağıdır. Ölüme yatmış beden, iktidar tarafından oluşturulmuş topografyasını bozguna uğratıyor demektir, kendi ölüm orucunda, iktidarın bir sembolik ölümünü gerçekleştirir. Saf protestodur. Çünkü paradoksal bir şekilde –ki gerçek antagonizmanın kaynağı ve olası çıkış olanağı burasıdır- yaşam yoksa iktidar da yoktur ve iktidar ancak onu varlık olarak önceleyen bir yaşamın kurucu gücünü emmesi ile kendini oluşturabilir.

4.
Yine de eylemci, acıların, sınırların, iktidarın şiddet edimlerin bir tarihi ile ilgilenmez, sırtı sınıra ve tarihe dönüktür. Çünkü sınırların, iğdişlerin, şiddetin, kimlikleştirmenin bir tarihi varken özgürleşmenin bir coğrafyası vardır. Eylemcinin eylemi her şeyden önce bir coğrafi edimdir, geopolitikadır, yeryüzündeki çeşitli kolektifleri kendi eyleminde yaşama çağırır, akışlarını anafor oluşturarak çeker –hem Nüsaybin’den hem Rojava’dan topluluklar böylesi bir anafor içinde çekilirler eylem alanına-, kendi eyleminin bireyselliğinde, kolektifliğin en büyük yoğunlaşmasını buluruz. Zira bu bireyselliğin en yüksek anında, kolektif arzunun en büyük yoğunlaşmasını gerçekleştiriyordur.

5.
Kürtler yeryüzü, yaşam ve kadın arasında çok güçlü bir ilişki buluyorlar. Ve özgürlük bu üçünün olumlanmasından başka bir şey değildir. O halde her özgürleşme eyleminde bir kadın-oluş ve bu oluş içinde yaşamsal-olan’a bir bağlanma bulmalıyız. Politikanın minör patikaları, bu öteki-oluşlarda saklıdır. Çünkü yaşam minördür, kurucudur, sonsuz imkandır. Ve sınırlara da, duvarlara da "karşı" bile değil, aldırmazdır.

07 Kasım 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder