27 Temmuz 2011 Çarşamba
Orta İkiye Hapisten Devam Eden Çocuklara Şiirler
arşınlıyoruz kaldırım
t
aşlarını pişirmiş mutfak kokusu
sinmiş tek göz sobalı bir ev lalesi, zambağı ve menekşesi;
çocukluğun bodrum katları,
rutubetli koltuklara oturmuş hayaller:
ben bir tek karanlığa dayanırım.
gözlerimizi de bıraktık bir güzel
t
aş attık demir yığınları camlarına
dilim kırmızı, dilim siyah
dilim mor basma bir entari:
çok küçükken örmüştü annem
göz pınarlarından dokuyup-dokuyup
fakirliğini;
ki o: gözlüklerin tepesinden tepesinden
bakıp duran bir ufacık kadın.
aklımdadır hâlâ
rengahenk kutunun kara yalanları
kızıl yalanları,
sinema kuşakları,
silah kuşkuları, bir gecede dört kayıp
bir haftada dört genç ölüm satıcıları.
küçücük ellerim,
düşlerim, kabuslarım ve üç-kulhuvallah-bir-elhamlarım;
sürekli sürgün
sürekli kaçak-sürekli kayıp yaşlarım.
ne yaptık biz sana tanrım?
onlar, şunlar, bunlar
çocuklar, tanrım,
s
e
s
siz
-ağlayan bakışlı,
sarı saçlı, siyah saçlı.
bulunsun rüyalarımın
mavi mavi gökleri
çocuk resimleri, çocuk gözleri.
alın! alın ne istiyorsanız
salıverin çocukları
dönülemezliğinden,
karanlık kabuslarının.
26 Temmuz 11
25 Temmuz 2011 Pazartesi
Ham Okunan Şiir
kırık hayallerimin bohçası
akşamüstü alacası
ve dalgalanması
saçlarının-rengarenk gökkuşakları
her teli ayrı bir renk
her rengin şehveti ayrı.
)trenler geliyor hiç yoktan aklıma
sıfırdan kelimeler/durgun bulutlar/sarı güneşler(
düşler uzanıyor ayaklarımın önünde
mavi, sarı
ve yeşil karışımları:
nerede düştük de kanattık avuçlarımızı?
suyuna bulandığımız bu toprak ve
şiirlerinde boğulduğumuz ağaçları
ve yalnızlıkları, gökyüzünün altında-
evleri-sokakları ve sinemaları
neye bürünse aynı hantallık
nasıl söylense, ölümler aynı.
dökme kurşun ve hayır duaları;
sadaka servislerinde kaybolup giden çocukları.
dilencisiyim ellerinin-hayatlarının
kuşu, ruhu ve kanatları
elişi tezgahlarından, işportalardan
doldurdum torbalarımı
kelimelerle
notalar ve renklerle;
bir koşu yolu uzak
bir koşu yolu yakın
bir yürüyüş mesafesi duacı.
söylenecek sözler diz boyu kar
bütün şiirler hüzün
bütün hikayeler hüsran
bütün yollar kapalı.
elimi uzatsam,
parmak uçlarıma dokunur musun?
25 Temmuz 11
akşamüstü alacası
ve dalgalanması
saçlarının-rengarenk gökkuşakları
her teli ayrı bir renk
her rengin şehveti ayrı.
)trenler geliyor hiç yoktan aklıma
sıfırdan kelimeler/durgun bulutlar/sarı güneşler(
düşler uzanıyor ayaklarımın önünde
mavi, sarı
ve yeşil karışımları:
nerede düştük de kanattık avuçlarımızı?
suyuna bulandığımız bu toprak ve
şiirlerinde boğulduğumuz ağaçları
ve yalnızlıkları, gökyüzünün altında-
evleri-sokakları ve sinemaları
neye bürünse aynı hantallık
nasıl söylense, ölümler aynı.
dökme kurşun ve hayır duaları;
sadaka servislerinde kaybolup giden çocukları.
dilencisiyim ellerinin-hayatlarının
kuşu, ruhu ve kanatları
elişi tezgahlarından, işportalardan
doldurdum torbalarımı
kelimelerle
notalar ve renklerle;
bir koşu yolu uzak
bir koşu yolu yakın
bir yürüyüş mesafesi duacı.
söylenecek sözler diz boyu kar
bütün şiirler hüzün
bütün hikayeler hüsran
bütün yollar kapalı.
elimi uzatsam,
parmak uçlarıma dokunur musun?
25 Temmuz 11
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Telaşlı Caz
Can Tural'a...
1.
viskimiz bitmiş
caz dedikçe ben
kırmızı batıyor güneş
viski diyorum-şişe boşalmış.
çocuk,
derdin günün çocuk
o değil, bu değil, şu değil;
evrimin doğal neticesi:
ateş-yanık et ve kırmızı.
postal nedir?
2.
h
ah
ayt! diye gülerdik
çingene olsaydık;
olamadık ayrı mevzu.
sahi senin boyun neden uzun
benimkisi neden kısa?
ayrıca-evvelâ-ve lâkin
çocuklar neden kırmızı?
3.
adım atarken ayağı takılmaya meyyal
iki erkeğiz şunun şurasında.
ben maviyi karmaşık severim,
hüznü de caz formunda;
zaten hepimiz
biraz toprak kokmaz mıyız:
ölüm nedir haddizatında?
23 Temmuz 11
1.
viskimiz bitmiş
caz dedikçe ben
kırmızı batıyor güneş
viski diyorum-şişe boşalmış.
çocuk,
derdin günün çocuk
o değil, bu değil, şu değil;
evrimin doğal neticesi:
ateş-yanık et ve kırmızı.
postal nedir?
2.
h
ah
ayt! diye gülerdik
çingene olsaydık;
olamadık ayrı mevzu.
sahi senin boyun neden uzun
benimkisi neden kısa?
ayrıca-evvelâ-ve lâkin
çocuklar neden kırmızı?
3.
adım atarken ayağı takılmaya meyyal
iki erkeğiz şunun şurasında.
ben maviyi karmaşık severim,
hüznü de caz formunda;
zaten hepimiz
biraz toprak kokmaz mıyız:
ölüm nedir haddizatında?
23 Temmuz 11
Yâd
ne söyleyebiliyorum ki hakkınızda
ama ne söyleyebiliyorum ki-
bir zahmet tutuşunuz el ele
vuracaksanız öldürünüz daha iyi.
bıçkın denizci
yiğit denizci
be aslanım denizci;
sesimi al da taşı uzaklara
bir geminin en süssüz güvertesinde
lodos kuşları-poyraz kuşları arası
iki kelime bir seda arası
bir sevda anısı
bir kuş palazı-ölüm incisi
düş ağrısı-
de be yiğidim kamarot:
"bu yollar var ya bu yollar
ufukta ıssızlık-masmavilik
arkamda yalnızlık."
sesimi al da uzaklara taşı.
kurulu bir zaman oturduk
kumsalın en serin ucunda
ışık saydık demet demet
sıcak kumdan hayaller vardır
öyle parlak, dolu dolu, capcanlı
kırmızıya boyar göğümüzü;
hakkınızda ne söyleyebilirim ki
ne anlatabilirim?
tutuşunuz el ele, vuracaksanız
öldürünüz daha iyi.
25 Mayıs 11
ama ne söyleyebiliyorum ki-
bir zahmet tutuşunuz el ele
vuracaksanız öldürünüz daha iyi.
bıçkın denizci
yiğit denizci
be aslanım denizci;
sesimi al da taşı uzaklara
bir geminin en süssüz güvertesinde
lodos kuşları-poyraz kuşları arası
iki kelime bir seda arası
bir sevda anısı
bir kuş palazı-ölüm incisi
düş ağrısı-
de be yiğidim kamarot:
"bu yollar var ya bu yollar
ufukta ıssızlık-masmavilik
arkamda yalnızlık."
sesimi al da uzaklara taşı.
kurulu bir zaman oturduk
kumsalın en serin ucunda
ışık saydık demet demet
sıcak kumdan hayaller vardır
öyle parlak, dolu dolu, capcanlı
kırmızıya boyar göğümüzü;
hakkınızda ne söyleyebilirim ki
ne anlatabilirim?
tutuşunuz el ele, vuracaksanız
öldürünüz daha iyi.
25 Mayıs 11
22 Temmuz 2011 Cuma
21 Temmuz 2011 Perşembe
Schindler'in Istırabı ya da Doğmayan Günlere Ağıt
"Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbacadır."
Theodor W. Adorno
karanlık gecelerin en dibinde
insan kalabalıklarının
kamyonların, otobüslerin, sürgünlerin
ve sürgün taşıtlarının-
en derininde
odalar, yapılar, mağaralar dolusu insan
ve katilin ismi;
insanların umutlarını anlıyorum.
hepimiz hissetmedik mi?
h
i
s
s
etmedik mi içimizdeki
canavarı?
yaşam-işte adını sen koy/hangi çocuk ağlasın/hangi çocuk büyüsün
karar vermedik mi?-
]acılar[bir kış günü gibi, karın ince ince serpiştirdiği
umutsuzca soğuk bir kış günü
{en derinimde
bir dayım vardı benim
sakattı/arabası vardı
dilenciydi, kış günü}
ağlıyorsam eğer
engelleyemiyorsam kendimi
affedin beni
neyi gördüm oldum olası:
bir çocuk gördüm
ne yaşadım ki?
ne bedel ödedim
ağlıyorsam eğer
unutun beni;
bir kış günü gibi
tüm çocuklar/elele tutuşsa/ve ağıt yaksa/şu yaşlı ruhlarımızı-dünyamızı/arındırabilirler mi?
)şimdi neyin iyi olduğunu ben de unuttum,
ben hiç katil olmadım
sen hiç katil olmadın
ben uçak kullanmayı bile bilmem(
kabuslarımda beni ziyaret eden çocuklar
şiirlerimde beni adım-adım izleyen çocuklar
yalvarırım gözlerime bakın,
öyle yıldız dolu ki gözleriniz,
ben de
belki arınırım,
yalvarırım.
19 Haziran 11
Bir Küçük Adam
Yavaş yavaş dibe batıyor olmanın verdiği o his... Yollardan geçiyorsun, yürüyorsun, sakince, hızlıca, yorgunca... Neden yapıyorsun bunu? Neden "durmaya" çalışıyorsun, burada? Dönmek istemediğin yer neresi? Gitmek istemediğin yer? Yoksa sadece, bir tür kendini kanıtlama ritüeli mi, bu yaptığın? Sesini duymak için pencereyi açıyorsun:
Işıklar, ışıklar, bitmek bilmez ışıklar... Bir dip gürültüsü, zannedersin bütün bir şehir homurdanıyor. Birazdan uyumaya çalışacaksın, başucundaki kitaptan bir kaç sayfa okuyup. Gürültüyü duymuyorsun artık, sessizlik dediğin bu hafif homurdanma-duymuyorsun-, büyüleyici...
Açamıyorsun artık kendini, bir başkasına. Geçmişini yaşıyorsun, biliyorsun. Kaçamıyorsun... [Geçmişi unutmaya çalışmayı bile bıraktın, yanında hep. Bugününe sinsice sızıyor, birleşiyor şimdinle, kendini üretiyor, çoğaltıyor, yayılıyor, yok ediyor yarınını] Uzanıyorsun yavaşça, içindeki ağırlığı yatağına yayıyorsun-sanki bulaştırdıkça, azalacakmış gibi.
Önce yavaşça düşüyorsun, dibe doğru çöküyorsun. Işıklar kırılıyor avuçlarında-karanlıkta, sarı bir şeyler karışıyor gölgelere...
Yolları seviyorsun. "Nerelisin?" diyenlere, geçiştirici cevaplar veriyorsun; yatıştırıcı kelimeler. Konumlara ihtiyacı var insanların, tanımlara... "Nesin?" diyenlere açıklama yapmak, "kimsin?" diyenlere kendini anlatmak zorundasın... Daimi bir göçebesin aslında, çadırının yerini duvarlar alsa da, biliyorsun bunu. Yörük gibi, hep gündelikçi, hep günübirlik... Anneannen gibi, onun annesi gibi-gerçek bir yörük gibi. Ya da baban gibi, bir şeylerinle uymuyorsun hiç bir yere. Hep bir "kalkıp-gelmişlik" havası, apar-topar-yola-çıkmışlık hissi: Ve geçicilik: Yakandan düşmeyen, yüzünden okunan, gözlerinde görülen yabancılık...
Ayakların şişiyor, kalbin küçülüyor; sıkılgansın, umarsız ve tanımsız bir hayalet, bir gün varsın, sonra terk-edip gidiyorsun.
]Altından kalkmayı beceremiyorsun, istemiyorsun. Belki sadece bir mazoşistsin, belki de sadece böyle olsun istedin.[ Suçlusun...
Yaptığın şeyleri neden yaptığına dair mantıklı açıklamalar yapmayı bıraktın. Otomatikman yerine getiriyorsun, ödevlerini. Sadece otomasyon, hep otomasyon, bir kaç emir ve boyun eğiş... Duygusuzlaşıyorsun, hissizleşiyorsun, silikleşiyorsun, suskunlaşıyorsun. Yabancılaşıyorsun, Samsa'laşıyorsun kendince ya da bir Meursault'sun; direnişin neye, kime, neden?
Sürükleniyorsun...
Dokunmak istiyorsun: Elini daldırmak, tutmak ve bırakmamak. Ama nereye? Bilmiyorsun. Elinde bir kaç notla, bir iki yol tarifiyle oradan oraya durmadan yürüyorsun. Terliyorsun, yoruluyorsun, nefesin kesiliyor; bir sigara yakıyorsun. Çağırdığın şey ölüm değil, bir şey çağırdığın yok, beklediğin bile yok. )Eski keyiflerin yok, lükslerin komikleşiyor( kayboluyorsun/kayıp gidiyorsun. Kaçamayacak kadar modernsin, duramayacak kadar korkak...
Bir pazar sabahı, güneş yavaşça yükselirken, apartmanından yavaşça çıkıyorsun. Daha açılmamış dükkanlarından önünden geçip, bir gazete bayiine giriyorsun ve bir paket sigara alıp, bir sigara yakıyorsun. Güneş pazar günleri bir başka doğar, biliyorsun...
Işıklar, ışıklar, bitmek bilmez ışıklar... Bir dip gürültüsü, zannedersin bütün bir şehir homurdanıyor. Birazdan uyumaya çalışacaksın, başucundaki kitaptan bir kaç sayfa okuyup. Gürültüyü duymuyorsun artık, sessizlik dediğin bu hafif homurdanma-duymuyorsun-, büyüleyici...
Açamıyorsun artık kendini, bir başkasına. Geçmişini yaşıyorsun, biliyorsun. Kaçamıyorsun... [Geçmişi unutmaya çalışmayı bile bıraktın, yanında hep. Bugününe sinsice sızıyor, birleşiyor şimdinle, kendini üretiyor, çoğaltıyor, yayılıyor, yok ediyor yarınını] Uzanıyorsun yavaşça, içindeki ağırlığı yatağına yayıyorsun-sanki bulaştırdıkça, azalacakmış gibi.
Önce yavaşça düşüyorsun, dibe doğru çöküyorsun. Işıklar kırılıyor avuçlarında-karanlıkta, sarı bir şeyler karışıyor gölgelere...
Yolları seviyorsun. "Nerelisin?" diyenlere, geçiştirici cevaplar veriyorsun; yatıştırıcı kelimeler. Konumlara ihtiyacı var insanların, tanımlara... "Nesin?" diyenlere açıklama yapmak, "kimsin?" diyenlere kendini anlatmak zorundasın... Daimi bir göçebesin aslında, çadırının yerini duvarlar alsa da, biliyorsun bunu. Yörük gibi, hep gündelikçi, hep günübirlik... Anneannen gibi, onun annesi gibi-gerçek bir yörük gibi. Ya da baban gibi, bir şeylerinle uymuyorsun hiç bir yere. Hep bir "kalkıp-gelmişlik" havası, apar-topar-yola-çıkmışlık hissi: Ve geçicilik: Yakandan düşmeyen, yüzünden okunan, gözlerinde görülen yabancılık...
Ayakların şişiyor, kalbin küçülüyor; sıkılgansın, umarsız ve tanımsız bir hayalet, bir gün varsın, sonra terk-edip gidiyorsun.
]Altından kalkmayı beceremiyorsun, istemiyorsun. Belki sadece bir mazoşistsin, belki de sadece böyle olsun istedin.[ Suçlusun...
Yaptığın şeyleri neden yaptığına dair mantıklı açıklamalar yapmayı bıraktın. Otomatikman yerine getiriyorsun, ödevlerini. Sadece otomasyon, hep otomasyon, bir kaç emir ve boyun eğiş... Duygusuzlaşıyorsun, hissizleşiyorsun, silikleşiyorsun, suskunlaşıyorsun. Yabancılaşıyorsun, Samsa'laşıyorsun kendince ya da bir Meursault'sun; direnişin neye, kime, neden?
Sürükleniyorsun...
Dokunmak istiyorsun: Elini daldırmak, tutmak ve bırakmamak. Ama nereye? Bilmiyorsun. Elinde bir kaç notla, bir iki yol tarifiyle oradan oraya durmadan yürüyorsun. Terliyorsun, yoruluyorsun, nefesin kesiliyor; bir sigara yakıyorsun. Çağırdığın şey ölüm değil, bir şey çağırdığın yok, beklediğin bile yok. )Eski keyiflerin yok, lükslerin komikleşiyor( kayboluyorsun/kayıp gidiyorsun. Kaçamayacak kadar modernsin, duramayacak kadar korkak...
Bir pazar sabahı, güneş yavaşça yükselirken, apartmanından yavaşça çıkıyorsun. Daha açılmamış dükkanlarından önünden geçip, bir gazete bayiine giriyorsun ve bir paket sigara alıp, bir sigara yakıyorsun. Güneş pazar günleri bir başka doğar, biliyorsun...
Şeyler ve Karşı-Şeyler
"Ağlama Letiza, ağlama. Hiç bir şey değil. Ölmek hiç bir şey değil..."
[EX]
bir bağ daha kopar,
bazıları zayıftır
p
a
r
ı
l
dar; geçip giden tüm günlerin
kıstırılmışlığı-
önce camları açacaklar
sonra karşıdan karşıya geçen
yollarda pus(u)lar-sehpalar-ipler
b
e
d
en-ler
onlar: biliyorlardı, içi boş kabukların
daha zararsız olduğunu.
[NİHİLO]
bilmez misiniz, biri ipi tutmalı
oğlan çocukları-kız çocukları
hemen
şimdinin gar
ip yalnız ve üzgün
insanları
g
ün hep böyle doğar.
[NİHİL]
şafaktan beridir(hangisiydi unuttuğum?, bir yıl öncesinin-bir on yıl öncesinin mi?, ben en son neyi hatırladığımı bile söyleyemem-söylesem)
umudu sırtladılar
(yolları öyle şeylere bağlıydı ki-yorgun ayaklarının altından evrenin ruhu görülebilirdi)
yalnızlık ve karanlık-bir muhafız(sesi çok uzakta, ürkek ve telaşlı)-
h
a
n
g
i
kayıp gecenin hükmü bilinen-gerçek-boynun giderek uzuyor-o şey-
küçük insanlar yapıyoruz birlikte/acımızı paylaşacak kimse de yok/
matem elbiseli hamam böcekleri/kimse/onlar kadar ağlayamazdı
ben en son kaybolup gittiğimde çok küçüktüm,
sonra seni getirdim hemen ardımdan
ikimizi de çok küçük salıncaklarda
sallandırdılar. hamam böcekleri kadar uzun yaşayanını görmemiştik
hiç bir anne o kadar sormamalı. hiç bir çocuk o kadar öksüz. hiç bir böcek o kadar kara.
hangisiydi unuttuğumuz-en son kaybolduğumuzda?
[EST]
06 Mayıs 11
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)