21 Temmuz 2011 Perşembe

Bir Küçük Adam

Yavaş yavaş dibe batıyor olmanın verdiği o his... Yollardan geçiyorsun, yürüyorsun, sakince, hızlıca, yorgunca... Neden yapıyorsun bunu? Neden "durmaya" çalışıyorsun, burada? Dönmek istemediğin yer neresi? Gitmek istemediğin yer? Yoksa sadece, bir tür kendini kanıtlama ritüeli mi, bu yaptığın? Sesini duymak için pencereyi açıyorsun:

Işıklar, ışıklar, bitmek bilmez ışıklar... Bir dip gürültüsü, zannedersin bütün bir şehir homurdanıyor. Birazdan uyumaya çalışacaksın, başucundaki kitaptan bir kaç sayfa okuyup. Gürültüyü duymuyorsun artık, sessizlik dediğin bu hafif homurdanma-duymuyorsun-, büyüleyici...

Açamıyorsun artık kendini, bir başkasına. Geçmişini yaşıyorsun, biliyorsun. Kaçamıyorsun... [Geçmişi unutmaya çalışmayı bile bıraktın, yanında hep. Bugününe sinsice sızıyor, birleşiyor şimdinle, kendini üretiyor, çoğaltıyor, yayılıyor, yok ediyor yarınını] Uzanıyorsun yavaşça, içindeki ağırlığı yatağına yayıyorsun-sanki bulaştırdıkça, azalacakmış gibi.

Önce yavaşça düşüyorsun, dibe doğru çöküyorsun. Işıklar kırılıyor avuçlarında-karanlıkta, sarı bir şeyler karışıyor gölgelere...

Yolları seviyorsun. "Nerelisin?" diyenlere, geçiştirici cevaplar veriyorsun; yatıştırıcı kelimeler. Konumlara ihtiyacı var insanların, tanımlara... "Nesin?" diyenlere açıklama yapmak, "kimsin?" diyenlere kendini anlatmak zorundasın... Daimi bir göçebesin aslında, çadırının yerini duvarlar alsa da, biliyorsun bunu. Yörük gibi, hep gündelikçi, hep günübirlik... Anneannen gibi, onun annesi gibi-gerçek bir yörük gibi. Ya da baban gibi, bir şeylerinle uymuyorsun hiç bir yere. Hep bir "kalkıp-gelmişlik" havası, apar-topar-yola-çıkmışlık hissi: Ve geçicilik: Yakandan düşmeyen, yüzünden okunan, gözlerinde görülen yabancılık...

Ayakların şişiyor, kalbin küçülüyor; sıkılgansın, umarsız ve tanımsız bir hayalet, bir gün varsın, sonra terk-edip gidiyorsun.

]Altından kalkmayı beceremiyorsun, istemiyorsun. Belki sadece bir mazoşistsin, belki de sadece böyle olsun istedin.[ Suçlusun...

Yaptığın şeyleri neden yaptığına dair mantıklı açıklamalar yapmayı bıraktın. Otomatikman yerine getiriyorsun, ödevlerini. Sadece otomasyon, hep otomasyon, bir kaç emir ve boyun eğiş... Duygusuzlaşıyorsun, hissizleşiyorsun, silikleşiyorsun, suskunlaşıyorsun. Yabancılaşıyorsun, Samsa'laşıyorsun kendince ya da bir  Meursault'sun; direnişin neye, kime, neden?

Sürükleniyorsun...

Dokunmak istiyorsun: Elini daldırmak, tutmak ve bırakmamak. Ama nereye? Bilmiyorsun. Elinde bir kaç notla, bir iki yol tarifiyle oradan oraya durmadan yürüyorsun. Terliyorsun, yoruluyorsun, nefesin kesiliyor; bir sigara yakıyorsun. Çağırdığın şey ölüm değil, bir şey çağırdığın yok, beklediğin bile yok. )Eski keyiflerin yok, lükslerin komikleşiyor( kayboluyorsun/kayıp gidiyorsun. Kaçamayacak kadar modernsin, duramayacak kadar korkak...

Bir pazar sabahı, güneş yavaşça yükselirken, apartmanından yavaşça çıkıyorsun. Daha açılmamış dükkanlarından önünden geçip, bir gazete bayiine giriyorsun ve bir paket sigara alıp, bir sigara yakıyorsun. Güneş pazar günleri bir başka doğar, biliyorsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder