O.’ya
kaçacak yerim mi var imgesinden bir yanılgının
çantaların ağırlığından kalkıp da otobüslerin
cam kenarlarına yapışan suretlerin.
televizyonun hafif mırıltısı dolar yoksul yörüklerin
ancak bir çadır şekilsizliğindeki
derme çatma evlerine –ki
kurumakta olan nanenin odalara sızmaktadır
anılarla yüklü kokusu
mahallelerinde bütün oynayan ağlayan küfreden
çocuklarının kara kuru hallerinde saklıdır
seninle dolaştığım bütün bu zamanın sancısı.
ellerim sende kalsın, ben bu çocuklara sarılamam.
bir yörüğün jandarmanın dağıttığı çadırından
evinin kızılında kaybolan oyuncak bebeğine bir kürd’ün
nece yol vardır?
Nakarat
bir zaman oldu ki gecelerden geçen
ellerinin yumuşak varlığının gölgesini düşleyip
bütün bu yolları kat edemeden kalmıştım.
(bazı hoş tılsımlar vardır, sessizce kadehe dolarlar
veya sarılırlar bir ak kağıda, alacasında dumanlarının
gölgeler uzar, şarkılar hislenir)
işte böyle yolları kat edemediğim bir gün
rüyamda bir çadırın içinde bulmuştum kendimi imgesinde
büyük çorak toprakların.
Sahi ben sana vermiş miydim, yeşil dağlarının yorgun
göçebelerinin
geçerken jandarmalardan saklayıp kendi kafilelerini
sessizce söyledikleri türkünün sözlerini?
“yüklenüp karanluğu, ışıklara yürürün,
yıldızlaru aş edüp, rüyalara yürürün,
göç dedüğün heç bitmez, bilünmeze yürürün...
gurbettür memleketüm, yanluzluğa yürürün...”
29 Haziran 2015