12 Aralık 2011 Pazartesi

Sofistler - 1: Çeviri ve Anadil

[Belki bir kaç küçük tartışmayı kışkırtır diye yayınlıyorum. İlk olarak bir arkadaşımın isteğine karşılık yazdığım bir başka yazının çok az değişikliğe uğramış halidir. Arkasından bir-iki devam yazısı daha yazmaya niyetliyim.]

Ele almaya niyetlendiğim mesele, sanıyorum ki, felsefe tarihi içindeki en ilginç meselelerden biri. Çünkü, Platon ile Sofistlerin arasındaki çatışma, anlamazdan gelme, maniple etme, konuşturma ve susturma ilişkileri; sofistlerin söyledikleri -ki sofistliğin tek bir kişiden müteşekkil olmayıp, Protagoras, Gorgias ve felsefenin "yüzkarası" Thyrasymakhos gibi bir çok sofist-figürden oluşmakta olduğunu aklımızda tutalım-  genelde Platoncu bir anlatı içinde tartışılır ve geçilir. Sanki, sofistler hakkında sadece Platon konuşabilirmiş, sanki öteki'nin, sofistin dili, bizim için anlaşılmaz, uzak ve "tehlikeli" imiş gibi... Sanki "Sofistçe"yi, ancak bir tür "Platonca"da anlayabilirmişiz gibi... Belki gerçekten de öyledir. O halde görelim.

Pektabii, biraz Platonculuğun -bizim daimi Platonculuğumuz!- dışından sofistçe-olana eğilince, bize en gerekli araçlardan birinin Atina demokrasisi üzerine biraz bilgi olduğu, en azından bu tarz bir bilginin işimizi kolaylaştıracağı ve şimdi tarafı olduğumuz sofistlerin tarafı olmamızı daha temellendirilebilir kılacağı anlaşılır. Çünkü, sofistler, demokrasi ile ortaya çıkan filozoflardır ve Atina demokrasisini anlamak, sofistleri anlamamıza yardımcı olur.  O halde ilk sorumuz şu olsun: Atina demokrasisi nasıl bir şeydi ve sofistler bunun neresinde yer alıyorlardı?

Atina demokrasisi, erkek ve kan bağıyla Atinalı fratri[1]lerden birine ait olan özgür erkeklerin, Atina'nın yönetiminde doğrudan söz sahibi olduğu bir yönetimdi. Yani, "yurttaş" denilen figür, köle-olanın, kadın-olanın, metek[2]-olanın, yabancı-olanın tam karşıtıydı. Yani, bilindiği üzere, bu demokrasi sadece bir grup insanın kendisinden yararlanabildiği, sınırlı bir demokrasiydi. Sınırlı ama büyük bir ilerleme. İşin yönetimsellik ile ilgili bütün kısımları ve hukuki işleyiş-yani mahkemeler- de dahil olmak üzere bütün kısmı yurttaşlar meclisinde konuşulup çoğunluğun oyuyla karara bağlanıyordu. Buradan çıkarılması gereken ilk sonuç, Atina'da -ve diğer Antik demokrasilerde de-, sözün büyük bir ağırlığı ve maddiliğinin bulunduğudur. Çünkü, söz gelimi mahkemelerde, yaşam ve ölüm veya sürgün gibi bütün kararlar oy çokluğu ile karara bağlanıyordu ve yasalar olsa da, bir suçun soruşturulmasında ve karara varılmasında, bugünkü gibi bir kriminoloji olmadığı için, suçlananın sözünün ikna ediciliği temel önem arz ediyordu.



Peki sofist ne iş yapıyordu? İşte sofist tam da böyle bir durumda, bu sözün maddiliğinin farkına varan ilk insan-tipi olup, insanların temsiliyetini ve sözünün ağırlığını arttırıyordu: Retorik, yani konuşma sanatı. Platon'un demokrasi düşmanlığı hatırlanırsa -ve "Hakikat[3]" aşkı-, sofistlerle bu kadar düşmanca bir ilişki kurmasına şaşılmaz.

Platonculuk, iki olumsuzlama üzerine kurulmuştur: Heraklitosçu akışkan-maddiliğin olumsuzlanması, ve yerine Permanidesçi sabitliğin ikamesi; ve bu dünyanın, "burada ve şimdinin" dünyasının olumsuzlanıp, yerine bir öte-dünyanın, yani "idea-dünyasının" ikamesi. Platon'un büyük Hakikat-politikası işte buradan başlar. Sadece Devlet diyalogunu hatırlayalım. Oysaki sofistler, Heraklitosçu evreni olumlarlar. Üstelik, onu çoğulcu bir şekilde olumlarlar. Onlar "burada ve şimdi"nin insanlarıdır. Gerçek-olanın, şu anda temas edilmesi gerekenin yanında; yapaylığın, kurulmuş olanın, kendini dikta-etmesinin karşısındadırlar. Onların, özellikle Antiphon ve Thyrasymakhos'un, doğa/yasa ayrımına bakmak, yasanın bağlayıcılığını gevşetmek yönündeki çabalarını incelemek bizi bu konuda ikna eder. Thyrasymakhos köleliğin yapay olduğunu söyler. Antiphon, soylu-olana gösterilen fazladan saygının barbarca olduğunu dile getirir. Ve en başta Protagoras gösterir : "Politikada da güzel veya çirkin olan, adil veya adaletsiz olan, dine uygun veya dine aykırı olan, her site için gerçekten onun öyle gördüğü ve kendisi için yasal ilan ettiği şeydir.[4]" ve Hippias ekler: "Doğada benzer benzerin akrabasıdır. Ama insanların Tyranos'u[tiranı] olan yasa, doğayı bile zoru altında tutmak ister."

Biraz meselenin can damarına girelim. Şimdi, öncelikle şunu belirtmek lazım ki, sofistlerde hakikat vardır. Ama bu hakikat, yer-zaman-kültüre göre değişen, aynı anda çoğulluk olarak bulunan bir hakikattir. O zaman daha doğru bir tabirle, sofistlerde "hakikatler" vardır. Ve bu hakikatler, Platonculuğun Hakikat'inin tam karşıtıdır. Çoğuldur, dönüşür, kurmacadır. O yüzden sofist hakikat dediğinde, Platonca onu sanı ile karşılar. Biz de öyle okuruz. "Hakikat, güçlünün işine gelendir" der Thyrasymakhos. Yani belki Platon'un ısrarlı bir çabayla, burada "ideal" olanı veriyormuş gibi gösterdiği Thyrasymakhos-ki devlet diyalogunun ilk kitabında Sokrates ile arasında geçen tartışmayı hatırlayalım-, belki sadece göz önünde olanı, "burada ve şimdi olanı" söylüyordu. Ki kurmaca Thyrasymakhos da, Sokrates'e, meramını anlatmak için çevresindeki çeşitli yönetimleri-tiranlık, aristokrasi, demokrasi- sayar.[5] Şunu diyebiliriz, Platon Yunan kültürünün en idealist ucuysa, sofistler en olgucularıdır[6]. Yunan kültürü ve politikası ikisini de kabullenmeyecek ve belki en derli toplu ifadesini Aristoteles'te bulacaktır. Ve onların ideal yurttaş tipi de, Sokrates olacaktır[7].

Bu hakikatler ve Hakikat çatışmasından çıkarabileceğimiz şey, şudur: Sofistler, Atina demokrasisini genişletir ve zorlar; yasanın yapaylığını işlerken, köleliğin yapaylığını işlerken, meteklere kendilerini mahkemede savunabilmenin araçlarını sağlarken, hatta onlara belki de kısmi olarak politikleştirirken... Sofistlerin hemen hepsinin yabancı olması belki bu durumu daha anlaşılır kılar: Protagoras, Abderalıdır; Gorgias, Leontinoilidir; Thyrasymakhos, Khalkedonludur vs...[8] Oysa Platon, Atinalı bir soylu olarak, sürekli Hakikat'e sırtını yaslayarak, demokrasiyi ortadan kaldırmanın düşünü kurar. Bütün bir Devlet diyalogu bunu işler ve geliştirir. Soylunun karşısına, yabancı geçmiştir ve mesele hiç de sadece epistemolojik değildir.

İşte Platon'un manipülasyonu diyebileceğimiz şey, tam da bu çatışmada ortaya çıkar. Sofistler önce boş konuşmakla, sonra söz oyuncusu olmakla, sözde-bilgelikle zengin gençleri avlayan bir tür sanatçı[9] olmakla itham edilir ve sözleri anlamazdan gelinir, ironiyle çarptırılır ve maniple edilir. Platon tarafından kurulan bütün sofist-figürler, bu manipülasyonun damgasını taşır. Söyledikleri anlaşılmazdan gelinir. Platon'un tiyatro sahnesinde sofist, Sokrates'in meşruluğunu sağladığı anti-filozof olmakla kalmaz sadece, o Sokrates'in onlar olmazsa yapamayacağı şeydir de. Sokrates tek gerçeğin bilgisini-yani hakikati, demokratikleştirip herkesçe ulaşılabilir kılarken-bu anlamda tam bir Yunanlıdır[10]-; sofistler de hakikati parçalar, bilgiyi göreceleştirir ve yasanın -ki bu yasa köleliği doğallaştıran, kadınları dışlayan vs.. bir yasadır- kendini meşrulaştırdığı nesnelliği örseler. Demokrasi denilen bu garip ve yeni durum, biri onu yok etmeye; diğeri onu mantıki sonuna kadar götürüp derinleştirmeye çalışan iki grup arasında salınır durur. Bunun epistemolojik yansıması; Platoncu monizm ve Sofist plüralizm arasında geçen çatışmada varlığını korumaya çalışan bir Yunan dualizmidir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, sofistleri okumak için, Platonculuğu terk etmek şarttır. Sofistlerin dertlerini anlamak için politika, sosyoloji, tarih ve arkeoloji bilgisi şarttır. Sofistlerle, liberalizm arasında; sofistlerle Nietzsche -ve hatta Foucault, Deleuze- arasında kurulabilecek bağlar vardır ve bu bağlar, bugün de düşünülmeye ve kurulmaya muhtaçtır. Sofistler, Platonculuğun[11] kurmacasında olduğu gibi dil cambazlığından çok daha fazlasını yaparlar. Sofistlerde çoğulculuk, sofistlerde doğalcılık, sofistlerde "proto-anarşizm" dahi ilginç tartışma alanları olabilir. Bu bağlar bulunabilmeli, tartışmalar yapılabilmeli ve Platonculuğun majör hakimiyeti olarak anlaşılan felsefe tarihi[12]; sofistlerden, Spinozo'ya, oradan Nietzsche'ye bağlanan bir başka minör geleneğe açılabilmelidir.









[1] Fratri: Kendisi klanlardan oluşan kabilelerin bir araya gelerek oluşturduğu büyük yapılar.




[2] Metek: Sitede, ticaret yapan yabancı tüccarlar. Sitede gerçek anlamda politik bir varlıkları yoktu.




[3] Büyük "H" ile, nedeni Sofistlerde hakikat tartışılırken açımlanacaktır.




[4] Platon, Theaitetos, 172a




[5] Platon, Devlet, 338d




[6] Olguculuğu, bugünkü anlamında değil de, kelimenin ilk anlamında, yani salt-olguya odaklanmak anlamında anlayalım, neticede sofistler, çağdaş olguculuk gibi atomcu da değildir. Onlar, görünenin "ardındaki" arkheye inanmazlar, dikkate de almazlar; belki onların bir çağdaşı olacaksa o da Nietzsche'dir. Bu konuyu tartışmak son derece ilginç olabilir.




[7] Bununla ilgili olarak, Roma dönemi de dahil zengin evlerinde bulunan "Sokrates köşesi" kanıt gösterilebilir.




[8] Ayrıntılı bilgi için, bkz: Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 2: Sofistlerden Platon'a,  İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. , Eylül 2008




[9] Platon, Sofist, 223b




[10] "Kendini bil." yani haddini bil; yani site içindeki konumunu bil; yani köle köleliğini, soylu soyluluğunu bilsin. Tragedya dahil, Yunan sitesi bütün araçları ile insanlara haddini bildiren bir "okuldur". etraftaki kahraman mezarları, yazıtlar, mythoslardan sahnelerin işlendiği duvarlar, vs., tüm bunlar site sakinlerine efendinin yerini, kölenin yerini, kadının yerini bildirmek için oluşturulmuştur.




[11] Bundan Aristoteles, Hıristiyan felsefesini, çağdaş bir Platonculuk olarak modern felsefenin bir çok figürünü-Descartes, Kant, Hegel, Marx vs..- anlayabiliriz. Tabii, Platonculuk çok geniş bir anlamda, Nietzsche'nin ona verdiği anlamda anlaşılmak kaydıyla.




[12] "Tüm bir felsefe tarihi, Platon'a düşülen dipnotlarından ibarettir." A. N. Whitehead, Process and Reality


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder