- Antik Yunan Sitesi ve İnsan
Antik Yunan sitesinde insan,
sitenin sınırları ve referans alanında kavranıyordu. Oikosun, zorunluluğun alanından, sitenin politik ortamına dahil
olduğu oranda, kendi sözünü, yani logosunu
sitenin pratik yurttaşlık konumu içinde, yönetime dahil olarak ifade ettiğinde
kendi özünü buluyordu: zoon politikon. Tragedyanın
ve felsefenin işlevlerinin en başı, nesnel, sitesel etiği nesnelleştirmek ve
insanın sitenin içinde alter-egoları
ile bir dostluk ilişkisi içerisinde örgütlenmesinin imkanını yaratmaktır.
Antik Yunan site toplumu için,
site dışı, apolis bir insan, gerçek
anlamda bir insan değildi. Bu toplumda, en mühim soru olan "İyi yaşam
nedir?" sorusu, namevcut bireyin kişisel mutluluğuna doğru değil, site
içindeki insanın ve aslında doğrudan tüm bir site toplumunun mutluluğuna doğru
sorulmuş bir sorudur. Demokratik site yönetiminde, insanı insan yapan şey, bu
arayışa katılması/katılabilmesidir. Trajik kahramanlar, bireyselleşmiş insanlar
değil, bilakis, site toplumunun mutluluğu için çaba harcamış, bu uğurda erdemli
bir yaşam sürmüş ve kendi hayatını ortaya koyarak diğer alter-egolar arasında öne çıkmış, ölümsüzleşmiş insanlardır. Bu,
herhangi bir öte dünya inancına sahip olmayan Antik Yunan'ın ölümle başa çıkma
yöntemidir de aynı zamanda.
Özgürlük, bu topluluklarda, ancak
biyolojik döngülerden özgürleşmek ve politik olarak logosa iştirak etmek anlamına gelebilirdi. İnsan ve hayvan ile
diğer canlılar arasındaki sınır, tam da buradan geçmektedir. Aristoteles'te,
Platon'da ve daha nicesinde insan için doğal ve erdemli olan, insan doğasına
içkin olan şey, onun topluluğun yaşamına aktif katılımıdır. Onun ahlâki ve politik
öznelliğini belirleyen şey ve değerlendirmenin ölçütü, sitenin nesnel ethosundan aldığı paydır.
Sitenin, insanın ve onların
bir-aradalığının varlığının ezeli-ebediliğine ve ilişkilerinin özselliği o
kadar ön plandadır ki, Platon, Devlet'inin
daha başında insan için iyiyi aramaya başladığında, onu ilk önce site için iyi
de bulmayı teklif eder.[1]
Sitenin politik olarak örgütlenişi ile, insanın ahlâki ve psikolojik yapısı
arasındaki farklar yok denecek kadar azdır ve önemsizdir. Veya farklı bir
şekilde ifade edilirse, makro-kozmos(site) ile mikro-kozmos(insan) tam bir uyum
içerisindedir.
- Sitenin Yıkılışı ve İnsanın Yersizyurtsuzlaşması
Antik Yunan siteleri, Büyük
İskender'in işgalleri ile birlikte yıkılır. Bu sadece, o zamana kadar
ezeli-ebedi görülen bir politik yapı olarak sitenin sonu değil aynı zamanda, bu
topluluklarda insanın kodlama ve referanslar düzeninin de yıkımıdır. Özellikle
büyük insan topluluklarının fiziksel yersizyurtsuzlaşması(göçler) ile birlikte,
farklı topluluklar yan yana gelmek durumunda bırakılmış sitelerinin koruyucu
duvarları ve dostlar topluluğunu koruyan nüfus politikaları[2]
anlamsızlaşmıştır. Ego - alter-ego ilişkisi
bozulmuş ve en önemlisi politikliğin (sitenin politik yaşamına aktif katılım)
önü, yeni düzenin merkezsizliği karşısında dağılmıştır. Sonuç: zoon politikonun iflası.
O güne kadar, dostlar arasında güvenli bir
yaşam süren insan, yalnızlıkla tanışmış ve tekilliğinin farkındalığı ile baş
başa kalmıştır. Helenistik dönemde, "İyi yaşam nedir?" sorusu
değişmese de, soru artık namevcut site açısından değil, insan tikelliğinin
mutluluğu açısından düşünülecek ve tartışılacaktır. Sözgelimi Epikurosçu ahlâk,
tamamı ile, insan tekilinin hazları, beden yönetimi ve ruhsal dengesi üzerine
kuruludur. Çünkü, insan tekili, Antik Yunan'da hiç olmayan bir şeyi, kendi
içselliğini yaratmaya başlamıştır. Site içinde yaşarken, büyük oranda dışarıya
yönelterek eyleminde dışavurduğu kudreti, bu eylem alanının ortadan kaybolması
ile içe yönelmiş ve kendiliği derinleşmeye
başlamıştır. Bütünüyle özel alandan
kaçıp kurtulmayı ve ilgisini kamusal alanda
yoğunlaştırmayı özgürlük olarak gören Antikite insanın aksine, Helenistik dönem
insanı, kendi özel alanı ile başbaşa
kaldığı için, ilgisi kendisi üzerinde sabitlenmiştir.
Bir kader gibi, tüm sitelerin
otonomisini yıkıp geçen İskender'in ardından, kaderciliğin yayılımı çok da
şaşırtıcı değildir. İnsanın pratikte edimselleşmesi nerede ise
imkansızlaşmıştır ve deyim yerinde ise, insanlar Büyük İskender'in atlılarının
arkasından bakakalmıştır. Genişliği öngörülemeyen ve sürekli genişleyen bir
toprağın üzerinde, kültürel temasların ticaret dışında da gelişmesi ve bir çok
farklı kültürün iç içe geçmeye başlaması, Helen kültürünün yayılması anlamına
geldiği oranda, ona bir çok şok yaşatmıştır. Ve arayış, eski tutanaklarından
yersizyurtsuzlaşan insanın, bu çılgın zamanlarda tekrar bir tutanak bulmasına yönelmiştir.
Hazcılık da dahil, Sokratik kinizm bütünüyle felsefi uğraş içinde başat tutum
haline gelmiştir: Kinik Okul, Epikurosçu "acıdan kaçış", Stoacı
"duyarsızlık" ve nihayet daha ötesinde Hıristiyan kinizmi: Dahil ve
müdahil olunamayan bir dünyanın evrensel İyi'sinin çilekeş yolu.
- Stoacı Yeniden-Yerliyurtlanma: Antropos
Sitenin ortadan kalkışı, üstte
değinilen dönüşümlerin ötesinde bir evrenselci
düşünümün yolunu da açmıştır. İmparatorluğun ve Helen kültürünün yayılımına
koşut olarak, daha net ifade edilirse, İmparatorluğun sınırsız uzamında,
felsefe de, site felsefesinin kabilesel tarzına karşıt olarak, evrenselci bir söylem geliştirmeye
başlamıştır. Bu eğilimin bir benzeri ise Doğu'da, bir kabile dini olan
İbraniliğin ve onun kabile tanrısı Yehova'nın, kendini evrenselci bir din olan Hıristiyanlığa ve evrensel tek bir tanrıya
dönüştürmesinde gözlenebilir. Kültürel çeşitliliğin eski salt-ticari dolayımından
kurtulması ve farklı kültürlerin tek bir sınırsız uzam içerisinde
bir-arada-yaşama zorlanması ile, felsefe de, din de, sınırlarından kopmuş ve
herkese seslenme eğilimi geliştirmiştir:
"Siyasal hayvan
olarak, Polis'in ya da kendi kendini yöneten şehir devletinin bir bölümü
olarak, insan Aristoteles ile sona ermişti; İskender'in gelmesiyle insan birey
olarak ortaya çıkar. Bu birey gerek kendi hayatının düzenlenmesini, gerekse
kendileriyle birlikte "yerleşilmiş evreni" meydana getiren insanlarla
olan bağıntılarını göz önüne almak zorunda idi; sözü edilen ilk gereksinmeyi
karşılamak için davranış felsefeleri, ikinci tür gereksinmeleri karşılamak için
ise yeni insanlar arası kardeşlik fikirleri ortaya çıktı."[3]
İşte Stoacı çaba da bu iki ihtiyaç
hattı üzerinde bir insan tasarımı geliştirmeye çalışmıştır. Yani, Stoacılık
kendini, insanı kendi-bir-başınalığı içerisinde ahlâki bir özne olarak mutluluğunu
garantileme ve onu, daha önce kendisine referansla tanımlandığı ilişkilerin
dışında mevcut durumun gerektirdiği yeni bir referanslar düzenlemesine tabii
kılarak, ona kaybettiği huzur ve güveni
yeniden kazandırma görevi ile karşı karşıya bulmuştur. Stoacılığın buna cevabı,
insanın yeniden-yerliyurtlulaşması denebilecek, "tür olarak insan"
kavrayışıdır: Antropos.
Antropos kavramı/kavrayışı, "öncelikle tümüyle öznel hayatını
yaşayan ilkel bir insan olarak birey fikri ile evrensellik fikri, herkesin
ortak bir doğaya sahip olduğu dünya çapındaki insanlık fikri"[4]
arasındaki bir uzlaştırma girişimidir. Bu kavrayış, kabilesel eski kültüründen
kopan insan bireyinin, yeni kültürel/politik ortamda giderek güçlenen insanlık fikrinde
yeniden-yerliyurtlanmasıdır.
İnsan, Stoa'da da yine kozmostan
hareketle açıklanmaya devam etmiştir. Asıl kopukluk ise, bu makro-kozmosun, siteden,
imparatorluğun içerdiği tüm kültürlerin içindeki tür olarak insana kayışıdır.
İnsan, evrensel logostan pay
almıştır. Bu dünyada olan-biten her şey, evrensel
logosa uygun olarak gerçekleşir; logos
her şeydedir. İnsan bunu etkileme gücünden yoksundur fakat, bunu idrak edip
kavrayarak, iştirak edebilir. Görüldüğü üzere, antroposun iştiraki, zoon
politikonun site hayatına, yani politikaya iştirakinden son derece
farklıdır. Zoon politikon kendi logosu ve eylemi yoluyla, sitenin
hayatından aktif iken, antropos açıkça
eylemden yoksundur ya da başka bir şekilde söylenirse, onun tek ve zavallı
eylemi, geçip giden kaderin farkına varıp onu olumlama yönünde içsel bir
eylemdir.
Antroposun diğer bir önemli yönü ise, insanlar arası eşitlik
fikrini içermesidir. Stoacılara göre, evrensel
logos tüm insanlar arasında eşit olarak dağılmıştır. Yani, evrensel logosun gereğince yaşadıktan ve
olan-bitenin bu logos gereği zorunlu
ve kendinde iyi olduğunu kavradıktan sonra, efendi de köle de, Yunanlı da, Sâmi
de, aynı şekilde mutlu olabilir[5].
Tek ilke evrensel logosun evrensel
yasasına uygun yaşamaktır. Bu aynı zamanda doğaya
uygun yaşam anlamına da gelmektedir. Stoacıların makro-kozmosu doğadır. Onlara göre, doğa ile gerçek bir ahlaksal yaşam
arasında tam bir uyum vardır.
- Dünya Vatandaşlığı
"Adalet tektir, o
bütün insanları bağlar ve tek bir yasaya dayanır. Bu yasa doğru akıldır...
İster herhangi bir yerde yazılı olsun, ister olmasın, bu yasayı bilmeyen
adaletsiz biridir."[6]
Evrensel logosun doğal düzeni, her türlü yazılı yasadan önce gelir.
Herhangi bir yönetimin ve onun yasasının adaletinin ölçütü işte bu doğal
düzendir. Adaletin kaynağının doğa olmadığı yerde adalet var olamaz.
Antropos kavrayışı, Stoacıların "dünya vatandaşlığı"nı
hayal edebilmelerine yol açmıştır. Çünkü, eğer insan, evrensel logostan pay alıyorsa ve bu pay alma bakımından tüm
insanlar eşitse, insanları bölen, kabile, ulus, devlet gibi politik
organizasyonların dışında, aslında, tüm insanlar bir bütünsel dünyanın
vatandaşı olabilirler. Eğer ki, doğanın yasası tekse ve bu yasaya uymak adil olmanın
tek yolu ise, farklı politik organizasyonlar varlık gerekçelerini yitirirler.
Bunun Roma İmparatorluğu için
mükemmel bir politik zemin olduğu aşikardır. Yapısı gereği yayılmacı bir
imparatorluk, meşruiyetini ve propagandasını burada bulmuştur: Adalet'in, evrensel logosun taşıyıcısı Roma.
Kaynakça:
Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe
Tarihi 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Nisan 2010
Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Nisan
2010
ARİSTOTELES, Politika, Remzi Kitabevi, Kasım 2002
George SABİNE, Siyasal Düşünceler
Tarihi 1, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1969
[1] Platon, Devlet, 369a
[2] Antik Yunan siteleri, nüfuslarını daima denge içinde
tutmaya çalışırlardı, dolayısı ile yayılmacılık gibi bir politika
geliştirmemişler, duvarlarını mümkün olduğunca sabitlemişlerdir.
[3] W.W.
Tarn, Hellenistic Civilisation, 1927,
sf: 69'dan alıntılayan, George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi 1, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları,
1969, sf:135
[4] George
Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi 1,
Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1969, sf:137
[5] Bu
eşitlik fikri, "yasa önünde eşitlik" olarak Roma hukukunda ve bu
hukukun yurttaşlık fikrinde cisimleşecektir.
[6] Cicero, Yasalar Üzerine, I, 42'den alıntılayan
Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 4,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Nisan 2010, sf: 415
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder