11 Mayıs 2012 Cuma

Stoacılarda İnsan Kavrayışı


    - Antik Yunan Sitesi ve İnsan

Antik Yunan sitesinde insan, sitenin sınırları ve referans alanında kavranıyordu. Oikosun, zorunluluğun alanından, sitenin politik ortamına dahil olduğu oranda, kendi sözünü, yani logosunu sitenin pratik yurttaşlık konumu içinde, yönetime dahil olarak ifade ettiğinde kendi özünü buluyordu: zoon politikon. Tragedyanın ve felsefenin işlevlerinin en başı, nesnel, sitesel etiği nesnelleştirmek ve insanın sitenin içinde alter-egoları ile bir dostluk ilişkisi içerisinde örgütlenmesinin imkanını yaratmaktır.
Antik Yunan site toplumu için, site dışı, apolis bir insan, gerçek anlamda bir insan değildi. Bu toplumda, en mühim soru olan "İyi yaşam nedir?" sorusu, namevcut bireyin kişisel mutluluğuna doğru değil, site içindeki insanın ve aslında doğrudan tüm bir site toplumunun mutluluğuna doğru sorulmuş bir sorudur. Demokratik site yönetiminde, insanı insan yapan şey, bu arayışa katılması/katılabilmesidir. Trajik kahramanlar, bireyselleşmiş insanlar değil, bilakis, site toplumunun mutluluğu için çaba harcamış, bu uğurda erdemli bir yaşam sürmüş ve kendi hayatını ortaya koyarak diğer alter-egolar arasında öne çıkmış, ölümsüzleşmiş insanlardır. Bu, herhangi bir öte dünya inancına sahip olmayan Antik Yunan'ın ölümle başa çıkma yöntemidir de aynı zamanda.
Özgürlük, bu topluluklarda, ancak biyolojik döngülerden özgürleşmek ve politik olarak logosa iştirak etmek anlamına gelebilirdi. İnsan ve hayvan ile diğer canlılar arasındaki sınır, tam da buradan geçmektedir. Aristoteles'te, Platon'da ve daha nicesinde insan için doğal ve erdemli olan, insan doğasına içkin olan şey, onun topluluğun yaşamına aktif katılımıdır. Onun ahlâki ve politik öznelliğini belirleyen şey ve değerlendirmenin ölçütü, sitenin nesnel ethosundan aldığı paydır.
Sitenin, insanın ve onların bir-aradalığının varlığının ezeli-ebediliğine ve ilişkilerinin özselliği o kadar ön plandadır ki, Platon, Devlet'inin daha başında insan için iyiyi aramaya başladığında, onu ilk önce site için iyi de bulmayı teklif eder.[1] Sitenin politik olarak örgütlenişi ile, insanın ahlâki ve psikolojik yapısı arasındaki farklar yok denecek kadar azdır ve önemsizdir. Veya farklı bir şekilde ifade edilirse, makro-kozmos(site) ile mikro-kozmos(insan) tam bir uyum içerisindedir.



- Sitenin Yıkılışı ve İnsanın Yersizyurtsuzlaşması

Antik Yunan siteleri, Büyük İskender'in işgalleri ile birlikte yıkılır. Bu sadece, o zamana kadar ezeli-ebedi görülen bir politik yapı olarak sitenin sonu değil aynı zamanda, bu topluluklarda insanın kodlama ve referanslar düzeninin de yıkımıdır. Özellikle büyük insan topluluklarının fiziksel yersizyurtsuzlaşması(göçler) ile birlikte, farklı topluluklar yan yana gelmek durumunda bırakılmış sitelerinin koruyucu duvarları ve dostlar topluluğunu koruyan nüfus politikaları[2] anlamsızlaşmıştır. Ego - alter-ego ilişkisi bozulmuş ve en önemlisi politikliğin (sitenin politik yaşamına aktif katılım) önü, yeni düzenin merkezsizliği karşısında dağılmıştır. Sonuç: zoon politikonun iflası.
 O güne kadar, dostlar arasında güvenli bir yaşam süren insan, yalnızlıkla tanışmış ve tekilliğinin farkındalığı ile baş başa kalmıştır. Helenistik dönemde, "İyi yaşam nedir?" sorusu değişmese de, soru artık namevcut site açısından değil, insan tikelliğinin mutluluğu açısından düşünülecek ve tartışılacaktır. Sözgelimi Epikurosçu ahlâk, tamamı ile, insan tekilinin hazları, beden yönetimi ve ruhsal dengesi üzerine kuruludur. Çünkü, insan tekili, Antik Yunan'da hiç olmayan bir şeyi, kendi içselliğini yaratmaya başlamıştır. Site içinde yaşarken, büyük oranda dışarıya yönelterek eyleminde dışavurduğu kudreti, bu eylem alanının ortadan kaybolması ile içe yönelmiş ve kendiliği derinleşmeye başlamıştır. Bütünüyle özel alandan kaçıp kurtulmayı ve ilgisini kamusal alanda yoğunlaştırmayı özgürlük olarak gören Antikite insanın aksine, Helenistik dönem insanı, kendi özel alanı ile başbaşa kaldığı için, ilgisi kendisi üzerinde sabitlenmiştir.
Bir kader gibi, tüm sitelerin otonomisini yıkıp geçen İskender'in ardından, kaderciliğin yayılımı çok da şaşırtıcı değildir. İnsanın pratikte edimselleşmesi nerede ise imkansızlaşmıştır ve deyim yerinde ise, insanlar Büyük İskender'in atlılarının arkasından bakakalmıştır. Genişliği öngörülemeyen ve sürekli genişleyen bir toprağın üzerinde, kültürel temasların ticaret dışında da gelişmesi ve bir çok farklı kültürün iç içe geçmeye başlaması, Helen kültürünün yayılması anlamına geldiği oranda, ona bir çok şok yaşatmıştır. Ve arayış, eski tutanaklarından yersizyurtsuzlaşan insanın, bu çılgın zamanlarda tekrar bir tutanak bulmasına yönelmiştir. Hazcılık da dahil, Sokratik kinizm bütünüyle felsefi uğraş içinde başat tutum haline gelmiştir: Kinik Okul, Epikurosçu "acıdan kaçış", Stoacı "duyarsızlık" ve nihayet daha ötesinde Hıristiyan kinizmi: Dahil ve müdahil olunamayan bir dünyanın evrensel İyi'sinin çilekeş yolu.

- Stoacı Yeniden-Yerliyurtlanma: Antropos

Sitenin ortadan kalkışı, üstte değinilen dönüşümlerin ötesinde bir evrenselci düşünümün yolunu da açmıştır. İmparatorluğun ve Helen kültürünün yayılımına koşut olarak, daha net ifade edilirse, İmparatorluğun sınırsız uzamında, felsefe de, site felsefesinin kabilesel tarzına karşıt olarak, evrenselci bir söylem geliştirmeye başlamıştır. Bu eğilimin bir benzeri ise Doğu'da, bir kabile dini olan İbraniliğin ve onun kabile tanrısı Yehova'nın, kendini evrenselci bir din olan Hıristiyanlığa ve evrensel tek bir tanrıya dönüştürmesinde gözlenebilir. Kültürel çeşitliliğin eski salt-ticari dolayımından kurtulması ve farklı kültürlerin tek bir sınırsız uzam içerisinde bir-arada-yaşama zorlanması ile, felsefe de, din de, sınırlarından kopmuş ve herkese seslenme eğilimi geliştirmiştir:
"Siyasal hayvan olarak, Polis'in ya da kendi kendini yöneten şehir devletinin bir bölümü olarak, insan Aristoteles ile sona ermişti; İskender'in gelmesiyle insan birey olarak ortaya çıkar. Bu birey gerek kendi hayatının düzenlenmesini, gerekse kendileriyle birlikte "yerleşilmiş evreni" meydana getiren insanlarla olan bağıntılarını göz önüne almak zorunda idi; sözü edilen ilk gereksinmeyi karşılamak için davranış felsefeleri, ikinci tür gereksinmeleri karşılamak için ise yeni insanlar arası kardeşlik fikirleri ortaya çıktı."[3]
İşte Stoacı çaba da bu iki ihtiyaç hattı üzerinde bir insan tasarımı geliştirmeye çalışmıştır. Yani, Stoacılık kendini, insanı kendi-bir-başınalığı içerisinde ahlâki bir özne olarak mutluluğunu garantileme ve onu, daha önce kendisine referansla tanımlandığı ilişkilerin dışında mevcut durumun gerektirdiği yeni bir referanslar düzenlemesine tabii kılarak,  ona kaybettiği huzur ve güveni yeniden kazandırma görevi ile karşı karşıya bulmuştur. Stoacılığın buna cevabı, insanın yeniden-yerliyurtlulaşması denebilecek, "tür olarak insan" kavrayışıdır: Antropos.
Antropos kavramı/kavrayışı, "öncelikle tümüyle öznel hayatını yaşayan ilkel bir insan olarak birey fikri ile evrensellik fikri, herkesin ortak bir doğaya sahip olduğu dünya çapındaki insanlık fikri"[4] arasındaki bir uzlaştırma girişimidir. Bu kavrayış, kabilesel eski kültüründen kopan insan bireyinin, yeni kültürel/politik ortamda giderek güçlenen insanlık fikrinde yeniden-yerliyurtlanmasıdır.
İnsan, Stoa'da da yine kozmostan hareketle açıklanmaya devam etmiştir. Asıl kopukluk ise, bu makro-kozmosun, siteden, imparatorluğun içerdiği tüm kültürlerin içindeki tür olarak insana kayışıdır. İnsan, evrensel logostan pay almıştır. Bu dünyada olan-biten her şey, evrensel logosa uygun olarak gerçekleşir; logos her şeydedir. İnsan bunu etkileme gücünden yoksundur fakat, bunu idrak edip kavrayarak, iştirak edebilir. Görüldüğü üzere, antroposun iştiraki, zoon politikonun site hayatına, yani politikaya iştirakinden son derece farklıdır. Zoon politikon kendi logosu ve eylemi yoluyla, sitenin hayatından aktif iken, antropos açıkça eylemden yoksundur ya da başka bir şekilde söylenirse, onun tek ve zavallı eylemi, geçip giden kaderin farkına varıp onu olumlama yönünde içsel bir eylemdir.
Antroposun diğer bir önemli yönü ise, insanlar arası eşitlik fikrini içermesidir. Stoacılara göre, evrensel logos tüm insanlar arasında eşit olarak dağılmıştır. Yani, evrensel logosun gereğince yaşadıktan ve olan-bitenin bu logos gereği zorunlu ve kendinde iyi olduğunu kavradıktan sonra, efendi de köle de, Yunanlı da, Sâmi de, aynı şekilde mutlu olabilir[5]. Tek ilke evrensel logosun evrensel yasasına uygun yaşamaktır. Bu aynı zamanda doğaya uygun yaşam anlamına da gelmektedir. Stoacıların makro-kozmosu doğadır. Onlara göre, doğa ile gerçek bir ahlaksal yaşam arasında tam bir uyum vardır.

- Dünya Vatandaşlığı

"Adalet tektir, o bütün insanları bağlar ve tek bir yasaya dayanır. Bu yasa doğru akıldır... İster herhangi bir yerde yazılı olsun, ister olmasın, bu yasayı bilmeyen adaletsiz biridir."[6]

Evrensel logosun doğal düzeni, her türlü yazılı yasadan önce gelir. Herhangi bir yönetimin ve onun yasasının adaletinin ölçütü işte bu doğal düzendir. Adaletin kaynağının doğa olmadığı yerde adalet var olamaz.
Antropos kavrayışı, Stoacıların "dünya vatandaşlığı"nı hayal edebilmelerine yol açmıştır. Çünkü, eğer insan, evrensel logostan pay alıyorsa ve bu pay alma bakımından tüm insanlar eşitse, insanları bölen, kabile, ulus, devlet gibi politik organizasyonların dışında, aslında, tüm insanlar bir bütünsel dünyanın vatandaşı olabilirler. Eğer ki, doğanın yasası tekse ve bu yasaya uymak adil olmanın tek yolu ise, farklı politik organizasyonlar varlık gerekçelerini yitirirler.
Bunun Roma İmparatorluğu için mükemmel bir politik zemin olduğu aşikardır. Yapısı gereği yayılmacı bir imparatorluk, meşruiyetini ve propagandasını burada bulmuştur: Adalet'in, evrensel logosun taşıyıcısı Roma.

Kaynakça:

Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Nisan 2010
Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Nisan 2010
ARİSTOTELES, Politika, Remzi Kitabevi, Kasım 2002
George SABİNE, Siyasal Düşünceler Tarihi 1, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1969



[1] Platon, Devlet, 369a
[2] Antik  Yunan siteleri, nüfuslarını daima denge içinde tutmaya çalışırlardı, dolayısı ile yayılmacılık gibi bir politika geliştirmemişler, duvarlarını mümkün olduğunca sabitlemişlerdir.
[3] W.W. Tarn, Hellenistic Civilisation, 1927, sf: 69'dan alıntılayan, George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi 1, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1969, sf:135
[4] George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi 1, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1969, sf:137
[5] Bu eşitlik fikri, "yasa önünde eşitlik" olarak Roma hukukunda ve bu hukukun yurttaşlık fikrinde cisimleşecektir.
[6] Cicero, Yasalar Üzerine, I, 42'den alıntılayan Ahmet ARSLAN, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Nisan 2010, sf: 415

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder